YEŞİL KIBRIS ÖZEL
Her Daim Dostlar isimli çevre grubu tarafından 18 Haziran günü Mağusa’da faaliyet gösteren Kocareis Restaurant isimli işletmenin kütüphanesinde çevre eğitimiyle ilişkili olarak “İklim krizi ve biyolojik çeşitlilik” konusunda seminer düzenlendi.
Söz konusu seminerde Başbakan Yardımcılığı Turizm Kültür Gençlik ve Çevre Bakanlığı’na bağlı Çevre Koruma Dairesi Doğal Hayat Şubesi Personeli Biyolog ve Çevre Eğitimi Uzmanı Doç. Dr. Nazım Kaşot, kapsamlı bir sunum gerçekleştirdi.
Seminerin ardından “Çevreyi hor gören geleceği zor görür” yazılı pankart açılırken, Her Daim Dostlar Lideri Yusuf Yüksel Şentuğ, Nazım Kaşot’a teşekkür belgesi sundu.
İklim krizi doğal dengeyi bozuyor
Nazım Kaşot, çevre eğitiminin iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik konusunda etkileri hakkında bilgi vererek, bu bağlamda çevre eğitiminin önemi ve iklim kriziyle ilişkisine değindi.
Kaşot, çevre eğitimi sırasında eko-fobinin de ciddi bir risk olduğunu belirterek, çocuklarda çevreye yönelik bir fobi oluşabileceğini kaydetti.
Sera gazının birçok etkisinin olduğunu dile getiren Kaşot, iklim kriziyle birlikte okyanusların asitlendiğini, mercan nesiflerinin etkilendiğini, buzulların eridiğini, deniz seviyesinin yükseldiğini, aşırı hava olaylarının yaşandığını ifade etti.
Kaşot, Atmosferdeki sera gazlarının oranın 1750’li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi sonrasında artmaya başladığını bildirerek, karbondioksit oranının yüzde 40’lık bir artış göstererek 280 ppm’den 394 ppm’e ulaştığını anlattı.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre karbondioksit oranındaki artışın öncelikle fosil yakıt kullanımından kaynaklandığına işaret eden Kaşot, bir diğer önemli etkenin ise başta ormansızlaşma olmak üzere arazi kullanımındaki değişim olduğunu anlattı.
Kaşot, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin insan faaliyetlerinin atmosferde yarattığı etkinin sonucunda küresel ortalama sıcaklıklarda artış yaşandığını ortaya koyduğunu vurguladı.
Atmosferdeki karbondioksit oranının artmasındaki ana etkenin başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılmasının geldiğine dikkat çeken Kaşot, yine IPCC’ye göre 2004 yılındaki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 56’sının fosil yakıt kullanımında ortaya çıkan karbondioksite ait olduğunu ve ormansızlaşmanın da yüzde 17’lik bir payının bulunduğunu açıkladı.
Kaşot, iklim değişikliği nedeniyle sıcaklığın artışına bağlı olarak kuraklığın yaşandığını, sellerin, fırtına ve kasırga gibi şiddetli hava olaylarının meydana geldiğini, buzulların eridiğini, okyanustaki asit oranının arttığını dile getirdi.
Buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan topluluklarının da ciddi risk altında olduğunu belirten Kaşot, yaşam alanlarının kaybolduğunu, özellikle adaların en önemli risk grubunu oluşturduğunu, bu bağlamda Kıbrıs’ın da bu durumdan ciddi şekilde etkileneceğini vurguladı.
Biyolojik çeşitlilik olumsuz etkileniyor
Kaşot, 1980 yıllardan beri artan hızlı sanayileşmeye bağlı olarak sera gazları emisyonlarında doğal olmayan artışla beraber gelen küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğinin özellikle sıcaklık ve yağış eğilimlerini etkilediğini belirterek, bunun da insanlığı kuraklık, çölleşme veya sel gibi felaketlerle karşı karşıya bıraktığını kaydetti.
İklim değişikliğinin yaratığı veya yaratacağı bu olumsuz koşulların yalnızca insanı etkilemekle kalmadığını ve tüm canlı sistemlerini etkilemekte olduğunu dile getiren Kaşot, ısınmaya bağlı sıcaklık artışıyla buharlaşmanın arttığını, toprağın neminin azaldığını ifade etti.
Kaşot, bu durumda nemli ortamlarda yaşayan, bitki, hayvan ve mikroorganizma çeşitliliğinin de buna bağlı olarak değişmekte olduğuna işaret ederek, canlıların bu hızlı değişen iklim koşullarına adaptasyon sürelerinin de farklı olmasının ekolojik sistemleri doğrudan etkileyeceği ön görüsünde bulundu.
Hızlı adaptasyon gösteren türlerde yerel popülasyonlarda artış görülürken, yavaş adaptasyon gösteren türlerde ise popülasyonlarda azalma, göç ya da türün yok olma tehlikesinin söz konusu olduğuna dikkat çeken Kaşot, bununla birlikte biyolojik sistemlerin üretkenliğinde azalmanın ve üreme döneminde görülecek olası kaymaların doğrudan ekolojik döngüyü, besin zincirini etkileyeceğini bildirdi.
Kaşot, ekolojik halkada (besin zinciri) olası kopuşun bir başka türün besin kaybına uğramasına, popülasyonunun azalmasına hatta yok olmasına neden olabildiğini söyleyerek, toprağın yapısında meydana gelebilecek bir değişimin yararlı birçok mikroorganizma türünü de olumsuz etkileyebileceğini öte yandan zararlı birçok mikroorganizma türünün de ortaya çıkması veya yayılmasında etkile olabileceğini vurguladı.
Kaşot, “Özellikle zengin biyolojik kaynakları olan Türkiye ve Kıbrıs’ta iklim değişimi baskısının yaygın olarak hissedilmeye başladığı düşünüldüğünde tehlikenin büyüklüğü dikkat çekicidir. Ormanlar, sulak alanlar, göl ve deniz çeşitliliği gibi su ve kara ekosistemlerinin vazgeçilmez unsurları olan yaşam destek ünitelerinin iklim değişikliğinden kaynaklanan, telafisi olmayan, olası zararlarının önlenebilmesi için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir” şeklinde konuştu.
“Çevreyi anlamadan çevreyi sevip koruyamayız”
İklim krizinin etkilerine karşı atılması gereken adımlar hakkında da konuşan Kaşot, su konusunda tasarruf ve tasarruf bilincinin oluşturulması (Çevre eğitimi), yağmur hasadı yapılması, yeşil şehirler oluşturulması gerektiğini belirtti.
Kaşot, karbon ayak izini azaltmak için belli başlı adımlar atılması, insan davranışlarının gözden geçirilmesi, geri dönüşüm ve çöpleri azaltmak için girişimlerde bulunulması gerektiğini kaydetti.
Çevreyi anlamadan çevrenin sevilemeyeceğini ve korunamayacağını dile getiren Kaşot, bu nedenle çevre eğitiminin okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim, halk eğitimleri ve aile eğitimleri gibi her kesime verilmesinin önem arz ettiğini açıkladı.